Gelişmelere bakılırsa Doğu Akdeniz’le başlayan tansiyon  başta Yunanistan, Fransa, İtalya ve Almanya’nın da içinde olduğu birliktelik yanında ayrıca Avrupa Birliği de taraf pozisyonunda Yunanistan’a açık destek sağlama yarışı peşindeler. Son etapta Almanya Başbakanı Angela Merker’in geçtiğimiz haftaki Türkiye ziyareti sonrasında gerginlikle ilgili olumlu bir gelişme olmadığı gibi ayrıca arabulucu rolünü üstlenen Angela Merker’in yüz seksen derece çark ederek bir anda üslup değiştirirken AB yönünde Türkiye’ye karşı tavır alması ve bu tutum değişikliği ile üstlendiği arabuluculuk rolüne gölge düşürmesi, kabul edilir bir yaklaşım olmadığı gibi; Angela Merker’in ciddiyetine de açıkça gölge düşürüyor. Mamafih bu hadiseye derinlemesine bakıldığında, Doğu Akdeniz’deki doğal gaz kaynaklarının kullanımı konusunda AB ülkeleri arasında farklı görüşler de söz konusu. Bu durum halen izlenen ya da izlenecek politika ve planları ise daha da belirsizleştirse de, geçtiğimiz haftalarda yapılan AB olağanüstü zirvesinde asıl konu Belarus olmakla birlikte Akdeniz’deki mevcut gelişmeler de ayrıntılı şekilde ele alındı. Zirve sonunda, AB’nin genel olarak AB üyesi Yunanistan ve Kıbrıs’ın yanında olduğu da bir kez daha tekrarlandı. Çok tabii olarak başlangıçta bu gelişmeler Yunanistan yönünden iyi gibi görünse de ancak Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Cumhuriyeti (GKRC) nin istediği sertlikte bir anlam taşımadığı da ortada.

                                  *       *        *

Hal böyle iken, bir yandan her fırsatta AB’de ortak dış politika oluşturulması çağrısı yapan ve buna bağlı olarak Avrupa ordusunun kurulmasını hararetle savunan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un, en yakın müttefik saydığı Almanya’ya haber vermeden Kıbrıs’a iki savaş, bir nakliye uçağını göndermesi, Berlin tarafından şimdilik “Not edildi” açıklamasıyla geçiştirildi ise de Fransa, bu yılın başında da AB’den habersiz “Charles de Gaulle” savaş gemisini Kıbrıs’a göndermişti. Keza Fransa, Kıbrıs ile “özel güvenlik anlaşması” imzalayarak, Akdeniz’de Almanya’ya göre elini güçlendirmiş durumda. Bu arada da yapılan hamlelere bakılırsa Fransa bir adım önde görünüyor ve Türkiye ile gerilimi tırmandırmaktan adeta geri durmuyor.Macron aynı sert tutumu eşzamanlı şekilde Libya’da da sergiliyor. Almanya ve Fransa yönünden bu farklı yaklaşım neden kaynaklanıyor? Sorusuna verilecek yanıt ise; bu açıdan öne çıkan Almanya’ nın Türkiye ile olan ticari ve siyasi ilişkileri geliyor. AB içerisinde Türkiye ile en kapsamlı ekonomik, askeri ve siyasi ilişkilere sahip ülke olan Almanya’nın tansiyonu düşürerek,sorunun diyalog yoluyla çözülmesinde elbette çıkarı var. Her iki ülkeyle dengeli bir ilişki Alman sermayesinin de çıkarına. Belirtmek gerekiyor ki bugün karşı karşıya gelen her iki ülke Almanya’nın da en önemli silah müşterileri. Gerilimin artmasına bağlı olarak tarafların silahlanmaya hız vermesi de belli ki Almanya’nın işine yarayacak.Bu arada daha doğru “Kontrollü gerilim” stratejisi Yunanistan ve Türkiye hükümetlerinin de işine yarıyor. Yıllardır iki ülke arasında ısrarla kaşınan düşmanlık, şimdi yeniden körükleniyor ve bu her iki tarafta “siyasi ranta” dönüştürülüyor. Fransa ise diğer AB ülkelerinin Almanya’ya nazaran Türkiye ile ilişkileri daha sınırlı olduğu için, görece daha radikal davranıp Yunanistan’a direkt şekilde açıktan destek verebiliyor.

                                  *       *        *

Sonuç olarak, madalyonun görünmeyen diğer yönünde ise ; son yaşanan Doğu Akdeniz gerilimi kapsamında NATO üyesi olan ve kendi aralarında NATO üyesi Türkiye’ye karşı açık ittifak oluşturan Yunanistan, İtalya ve Fransa’nın ittifak dışında Mısır’ın da kendilerine katılmasına ek olarak; megalo-idao heveslisi on iki milyonluk Yunanistan tarafından yaratılan suni gündemlerle oluşan çatlak ne yazık ki açıkça NATO’nu geleceği ile çok yakından ilgili olduğu kadar,Türkiye’yi içinde bulunduğu coğrafya da yanlızlaştırma stratejisi izleyerek NATO’nun bölünmesi ve parçalanmasına yönelik tehdit unsuru olma rolünü de her vesilede öne çıkararak gerçekleştirmeye çalıştığı da izlenmektedir. Aslında NATO’nun Soğuk Savaş sonrası karşı karşıya kaldığı küresel güvenlik ortamı ne yazık ki öngörülemez küresel risk ihtimalleri ile kompleks tehditleri barındırmaktadır. Gerçekte konvansiyonel olmayan sağlık, gıda ve teknoloji güvenliği gibi tehditler karşısında NATO’nun bu dönemde stratejik dönüşüm yapması kesinlikle kaçınılmazdır. Rusya eksenli tehdit algısının yanında Çin’in de bir güvenlik riski olarak belirmesi de NATO’yu çok yeni bir stratejik bakış açısına zorlamaktadır. Bu yönüyle nükleer silahlar, kitle imha silahlarının yayılması, enerji güvenliği, küresel ısınma, terörizm, kitlesel göç gibi güvenlik tehditlerinin yanında sağlık, gıda ve teknoloji alanındaki güvenlik riskleri gelecekte de kolektif güvenlik sistemine ilişkin ihtiyacı devam ettirmektedir. Başka bir ifadeyle günümüzdeki güvenlik tehditleri ve yakın gelecekteki muhtemel riskler tek başına bir ülkenin üstesinden gelebileceği düzeyde de olmayacaktır. Bu yönüyle ortak ve kolektif güvenlik sistemi olarak NATO’nun koronavirüs salgını sonrasında konvansiyonel olan veya olmayan hibrit güvenlik riskleri karşısında en başta NATO üyeleri arasındaki mevcut anlaşmazlıkları çözme konusunda yeni bir stratejik konsepte ve askeri, sağlık, gıda ve teknoloji eksenli yenilenmeye çok büyük ihtiyacı bulunmaktadır. Bu çerçevedeki gelinen noktada Yunanistan tarafından yaratılan suni gündemlerle NATO Paktı ülkeleri arasında çıkarılan bir çatlağın NATO’nun bir anda bölünüp parçalanmasıyla yeni yeni savunma paktlarına yol açacağından; bumerang örneği önce Yunanistan’ı sonra diğer destekçilerini vurmayacağına kim garanti verebilir?