Geçmişe baktığımızda Avrupa Birliği’nin her aşamada bir taraftan Türkiye’yi dışarıda bırakırken; diğer taraftan da ikide bir Ülkemize karşı havuç-sopa stratejisini ısrarla uygulamaya devam etmesi gerçekte yenilir yutulur bir durum değil. Çünkü her halükârda göz göre göre gerek Yunanistan’ın hukuk tanımaz yaklaşımı ile Lozan ve Paris Anlaşmalarını da yok sayarken Ülkemize yaklaşık iki kilometre uzaklığı bile olmayan on sekiz adanın silahtan ve askerden arındırılması gerekirken tam aksine bir tavırla bu adalara açıkça silah ve asker yığınağı yaptığının AB tarafından da bilinmesine rağmen halen çifte standarda gitmesi aklımızla alay etme noktasına kadar açıkça geldiklerini göstermektedir. Gerçekte Yunanistan’ın Türkiye’nin Ege sahillerine çok yakın olan on sekiz adayı ağır silahlarla teçhiz ederken bu da yetmiyormuş gibi akıl almaz provokasyonlara da girişmesi artık sabır taşırmaya başlamıştır. Gelinen bu noktada AB’nin keyfiyete bağlı olarak Yunanistan’ın tüm hukuksuzluklarını görmezden gelerek aba altından tehdit vari ifadeler kullanmaya kadar işi ileri getirmesi AB’nin mevcut ciddiyetinin sorgulanmasına yol açmaktadır.Nitekim Avrupa Komisyonu Başkanı Ursulavon der Leyen, Brüksel'deki AB liderler zirvesinde yaptığı açıklamada, Türkiye'nin "Kıbrıs sularında doğalgaz arama çalışmalarında ısrar etmesi durumunda, Avrupa Birliği'nin ambargo uygulayabileceğini de açıkça ifade etmesi aynı zamanda mutlak adalete dayanması gereken hukuksuzluğunu da ortaya dökmektedir.
* * *
Görünüşe göre;AB liderlerinin, Türkiye'nin davranışlarını gözlemleme ve "provokasyonların" durmaması halinde Aralık ayında ambargo uygulamaya başlamaya karar verdikleri de belirtiliyor. Eğer konu provokasyon ise bunu açıkça ve alenen Yunanistan yaptığı halde olayı Türkiye’nin üzerine yıkma çabalarının öne çıkması aynı zamanda Avrupa Birliği’nin art niyetli çirkin ikiyüzlülüğünü de göstermektedir. Burada Türkiye’nin sarsılmaz çelik iradesini ortaya koyarak yıllarca kapısında bekletildiği AB’ye karşı artık kesin tavrını ortaya koymasının zamanı gelmiş, diplomasi kurallarının uygulanma sında ısrar etmenin gereksizliği de açıkça anlaşılmıştır. Mamafih ekonomik birliktelik açısından mevcut diğer öteki seçeneklerin gündeme getirilirken Ülkemiz açısından alternatif şekilde en yararlı olabilecek seçimin yapılması da zorunluluk oluşturmaya başlamıştır. Aslında AB yetkilisi Von der Leyen "AB'nin Türkiye'yle olumlu ve yapıcı bir ilişki istediğini, bunun Ankara'nın da çıkarına olacağını vurguladıktan sonra "Ama bu sadece provokasyonlar ve baskılar durunca olur. Ankara'nın bu faaliyetlerini tekrarlaması halinde, AB elindeki tüm enstrümanları ve seçenekleri kullanacak.Elimizde derhal uygulamaya sokabileceğimiz bir alet çantamız var" şeklinde küstahça tehditte bulunması kesinlikle karşılıksız bırakılamaz. Bu tarz uluslararası teamüle hiçbir şekilde uymayan tehditvari ifade üslubunun yarattığı tepkiye bakıldığında AB’nin halen Türkiye’yi iyi tanımadığından bahisle daha ziyade bu yapılan tehditle ödün koparma noktasına kadar gelebileceklerinin de işaretini verdikleri görülmektedir.
* * *
Sonuç olarak,Avrupa Konseyi Başkanı Charles Michel de Von der Leyen ile düzenlediği son ortak basın toplantısında, liderler zirvesinde Belarus'a yönelik ambargolar konusunda uzlaşmasının ardından yaptığı açıklamada, "Türkiye konusunda zirveden sonraki iki hafta önemli olacak" demesi de “havuç-sopa” yaklaşımının önümüzdeki günlerde tekrar karşımıza çıkacağı; Avrupa Konseyi Başkanı "İkili bir stratejimiz vardı, siyasi diyaloğa bir şans verilmesini istediğimizi ifade ettik. Diğer yandan değerlerimiz ve Kıbrıs ve Yunanistan'a destek konusundaki kararlılığımızı gösterdik. Türkiye bizimle daha olumlu bir şekilde angaje olmak isterse, biz de buna hazırız" ifadesinin de altının çizilmesi gerekiyor.
Hal böyle iken,Almanya Başbakanı Anglela Merkel de, "Ankara'ya gerilimi düşürme yolunda devam etmesi" çağrısında bulunurken, "Umarız buradan yine Türkiye'yle müzakere dinamiği ortaya çıkar, hem Kıbrıs ve Yunanistan ile olan sorunlar konusunda hem de Avrupa Birliği'nin Türkiye'yle sorunları konusunda"şeklinde serzenişte bulunması ise; önümüzdeki günlerde AB tarafından Türkiye üzerindeki baskıların artabileceğine muhtemel gözüyle bakılıyor. Bunu içindir ki,Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün ilkelerine göre;”Atatürk’ün barışçılığı ne pahasına olursa olsun barış demek değildir. Barış korursun diye adaletsiz bir çözüm Atatürk’ün kabul etmediği bir uygulamaydı. Nitekim Milli Mücadele döneminde de Türk Milleti bağımsızlığını ve egemenliğini tam olarak elde edinceye kadar savaşmıştır. Burada da Atatürk’ün adil bir barış için gerektiğinde sonuna kadar savaşı göze aldığı anlaşılmaktadır. Hatta Milli egemenlik ve bağımsızlık elde etmenin en etkili yolunun savaşa hazır olmaktan geçtiği söylenebilir. Eğer barış isteniyorsa, savaşa hazırlıklı olmak , hatta gerektiğinde savaş yapmayı göze almak gerekebilir.”