Bir seçim daha sona erdi, aylardır çektiğimiz görsel felaketler de aşağı seviyelere çekildi… O bangır bangır mitingler, bağırıp çağırmalar, ithamlar, ok atmalar, bok atamalar, bel altı vurmalar, bol keseden vaatler vs. vs. vs. bir süre için başımızı daha az ağrıtacak.

Heyecanlı ve hırslı bir dönemin sonunda Cumhurbaşkanını Recep Tayyip Erdoğan olarak belirledik… Seversiniz, sevmezsiniz; beğenirsiniz, beğenmezsiniz; o artık devletin başı… Devletin ayakları vs. organları olarak bizler de Recep Bey’e gereken saygıyı göstermeye mecburuz; en azından asırlardır aldığımız devlet terbiyesi böyle…

“Seçmeyi bilmiyoruz” diye başladık;

Evet, bilmiyoruz!

Yerel seçimlerde de, genel seçimlerde de bu ülkenin insanları olarak bizler futbol takımı tutar gibi parti tutuyoruz ve bizlere en iyi hizmeti verecek olana da bu açıdan yaklaşıyoruz, liyakatmiş miyakatmış hak getire… “Bizim partiden olsun da isterse çamurdan olsun” dangalaklığı yürürlükte, nasılsa güneşi sıvayacak halimiz yok!

Eskiden beri de böyleydi, taaa Demirel’in politikaya girmesiyle başladı; silah bırakması karşılığında affedilen ve vekil yapılan eşkıyalar gördük, Hamidoları, Koçeroları gördük, okuma yazmayı zor sökmüş olan aşiret reislerinin frak giymiş halleriyle meclis başkanlığı yaptığını bile gördük…

Üç beş oy için bunların adının başına “büyük” sıfatı eklenmiş olan meclisimizin koltuklarına seçilerek oturduklarını gördük… Hala da devam ediyor aynı aymazlık… CHP için de, AKP için de… Toplam yüzde 2 oyu olmayan partiler her iki parti listelerinden onlarca vekili meclise sokabilmeyi başardılar. Aslında bu seçimin galibi de onlar, yalan mı?

Hali hazırda meclisimizde kaç bilim adamı var, kaç kitap yazmış vekil var, kaç uzman var, kaç profesör var, hadi geçtim birden fazla yabancı dili de bir yabancı dili bile hakkıyla konuşabilen kaç vekil var? Siz bakmayın onların tanıtım broşürlerine, orada bildikleri yazılan yabancı dilleri gerçek anlamda akıcı bir şekilde konuşabilen sadece birkaç vekil…

Dedik ya; adama değil, partiye oy veriyoruz… Genelde…

Seçilmeyi de bilmiyoruz;

Vekil olarak seçilen vatandaş anında havalara giriyor, vekil olduğunu unutuyor ve kendisini seçen asile tepeden bakmaya anında başlıyor.

Bir nevi karakter bozukluğu…

Lacivert takımı da çektiler mi;

Ooooh, sanki kral; küçük dağları o yarattı…

Seçimler öncesi kapı kapı gezip el etek öpen bu takım seçildikten sonra ayaklarını yalatmaya meyilli bir güruha dönüşüyor, genelde böyle, pek azı eskiden neyse o ama dediğimiz gibi pek azı…

Her neyse, bir seçimi geride bıraktık;

Ülkenin yarısından bir fazlası, tercihini kendine göre yaparak adaylarını devletin başı olarak seçtiler, geri kalan halk kesimi de seçilmiş olan devletin başına gereken saygıyı gösterecek…

Köylerde köylüler öğretmenler çekildiğinden cami imamına teslimmiş,

Sahte görüntülermiş,

Toplu oy kullanmalarmış,

Dini siyasete alet etmelermiş,

İftira atıp yalan söylemelermiş;

Bir beş yıl daha değişmeyecek…

Bu böyle gelmiş, böyle gidecek!

Bağnazlık tercihi ile çağdaşlık tercihinin hangi şartlar çerçevesinde yapılmış olduğunu da gelecek yıllarda tarih yazacak…

Ve yine gelecek yıllarda bu son seçim için yapılacak olan yorumlarda Abdülhak Hamit’in ve Namık Kemal’in ortaklaşa söz ettikleri “Galip sayılır bu yolda mağlup” özdeyişi hiç ama hiç akıllardan silinmeyecek…

Bunun nedenlerini ise hepimiz biliyoruz;

Sadece seçmeyi ve seçilmeyi bilmiyoruz…