Milletçe, ülkemizin 11 ilinde büyük yıkıma neden olan, milyonlarca insanımızı etkileyen bir afet yaşadık. Yine milletçe ‘Tek Yürek’ olarak anında reaksiyon gösterip, depremzedelere herkes elinden geldiğinden fazlasını ortaya koyarak yaralarına merhem olmaya çalıştık.

Depremde yıkılan şehirler değildi, milletçe kalben, ruhen ağır yara aldık.

1999’da yaşadığımız Gölcük ve Düzce depremlerinin ardından; Neyi eksik yaptık? Suçlu kim? Kim malzemeden çalmış? Kim izin vermiş? oturduk suçlu aradık.

Bir süre bugün olduğu gibi, fay hattı, deprem kuşağı, çürük binalar vs. vs. konuştuk, konuştuk, konuştuk.

Her sene depremin yıl dönümünde andık. Yılın geri kalanında unuttuk. Ders almadık.

Bilim adamlarının uyarılarını da tabiri caizse umursamadık.

Ardından çok da geçmeden böylesi büyük bir afet yaşadık. Başından sonuna yazılı ve görsel medyadan her anını canımız yanarak, canlı izlediğimiz bir afet.

Üzerinden iki hafta gibi kısa bir süre geçmeden “normalleşmeliyiz” söylemlerine başladık. Çünkü insan beyninin savunma mekanizması devreye giriyor. Doğamız böyle.

Hayır! Normalleşmeyelim…

Son, depremde 300 bina yapıp bir tanesi bile yıkılmayan, tek can kaybı olmayan müteahhitti de, “cennetten bir köşe”, “depreme dayanıklı”, “radya temel” diye daire satıp içinde onlarca insanı öldüren sahtekârları da gördük.

Hayatta kalan depremzedelerin yaralarını saralım ama kaybettiklerimizi de sebebini bularak, ders alarak hiç unutmayalım.

Normalleşmeyelim…

On binlerce insanımıza mezar olan bu binaları yapandan da, yapımında çalışandan da, izin verenlerden de hesabını sormayı adli makamlara bırakırken, bundan sonra yaşanmaması için ketum bir yapı oluşturalım.

Normalleşmeyelim…

Malzemeden çalıp bina dikene, işverenin baskısı ile çürük inşaat yapana, kolon kesip altını iş yeri yapana, garaj gösterip sonradan dükkâna çevirene, mimarından, mühendisine, müteahhidine, ustasına işçisine, göz yummayacak, izin vermeyecek bir zihniyeti geliştirelim. Çok daha ağır, caydırıcı yaptırımlar yürürlüğe koyalım.

Öyle bir yapı oluşturalım ki, o işle memur kılınanlara ne siyasi torpil, ne hatrı sayılır kişi, herhangi makam mevki işleyemeyesin. Teklif edeni de anında adli makamlara şikâyet etsin. Yoksa biz bu depremlerin altında zihniyet olarak çok kalırız.

Normalleşmeyelim…

Bunca ölüm, yıkım, afetler üst üste gelirken tetikte, gelecek nesillerin bizden hesap sormaması için gereken neyse onu yapmak için sürekli teyakkuz halinde olalım.

Normalleşmeyelimden derken; sürekli bir kaos içinde olmak değil. Ama bu işle sorumlu olanların yüklendikleri görevin bilincinde olarak hareket etmelerini sağlayalım.

Temele beton yerine köpükle dolduranı da gördük, kolon diye kartonpiyerle vitrin yapanı da. Çalmakta sınır tanımamışlar…

“Binanın harcını düzgün kardın”, “temeli düzgün attın”, “kolonu olması gerektiği gibi yaptın”, “demirden, malzemeden çalmadın”, “çürük binaya ruhsat vermedin” diye şu günlerde görevini yapan insanları örnek gösterir över olduk.

Sizce de bunda bir tuhaflık yok mu?

Bu yaşananlar, bunca ölüm, bunca yıkım, millet olarak, ülke olarak aldığımız yara normal mi?

Bunları sadece yaşadığımız yapılarda değil, her alanda uygulayalım. Vatandaşlarımız, ailemiz, kendimiz güvende hissetmedikçe, normalleşmeyelim...

Sağlıcakla…