74-75’lerden bu yana sandık başlarına gidip vatandaşlık görevimizi yapıyoruz ve oyumuzu kullanıyoruz, ama şimdiye kadar ben kadınları böyle hırslı görmemiştim…

Kafayı takmışlar; bu iktidarı devirecekler!

Giyim kuşamdan çoktan vazgeçmişler de gıda maddeleri fiyatlarındaki artış canlarına tak demiş. Kendilerini feda etmişler ama çocuklarının aç kalması öyle bir koymuş ki onlara; beddua üstüne beddua!..

Yolda, dolmuş duraklarında, toplu taşım araçlarının içinde, pazar yerinde, AVM’lerde…

Susmuyor kadınlar, veryansın ediyorlar; inanmayan varsa en basitinden pazaryerine gitsin de görsün veya bir manavın önüne… Kadınlar yemek pişirememenin, ocağa tencere tava koyamamanın sıkıntısını yaşıyorlar,

Etin balığın tadını unutmanın acısını içlerinde hissediyorlar,

Kendileri yemiyorlar ama çocuklarına yedirebilmek için tane hesabı meyve almanın pişmanlığını haykırıyorlar, ezikliğini yaşıyorlar…

Komşudan bir çay bardağı şekeri ödünç alamamak da bunlara koyuyor, komşuda da yok çünkü; olsa da verir mi vermez mi bilinmez, komşularını bu nedenle töhmet altında bırakmak istemiyorlar;

Çorba pişiremiyorlar çorba, mercimeğin kilosu 30 lira…

Ekmeğin üstüne salça sürüp yiyecekler ama salça da almış başını gidiyor, soğan patates lüks olmuş, yumurta hayallerde kalmış…

Pazaryerlerinde defolu ürün arayanlara şöyle bir bakın, hepsinin kılık kıyafeti düzgün, dilenci değiller ama paraları yetmiyortezgahtaki malları almaya…

Açlık sınırı 10 bin lirayı aşmış, yoksulluk sınırı da 33 bin lirayı, vatandaşın cebinde 33 lira yok!..

Hani ekonomik başarısızlıklarını kadere bağlayıp ve pişkin pişkin sırıtıp sonra da “dana eti yoksa koyun eti yiyin, eti pahalı gelirse gerdanından alın…” diyen şaftı kaymışlara birtakım el kol hareketleri yapıyorlar ama içlerinden ve sessizce…

Kibarlıklarından ve nezaketlerinden henüz bir şey kaybetmemişler çünkü!..

Ama sözlü protestonun en şiddetlisini bağıra bağıra dile getiriyorlar; “Güzel günler gelecek…”

Pazaryerlerinde, duraklarda, AVM’lerde…

Kendilerini insan yerine koymayan, üçüncü dördüncü sınıf vatandaş gibi algılayan, 7-8 yaşındaki kız çocuğunun okul sıralarında erkek çocuklarla yanyana oturmasını dine aykırı görüp ama evlenmesini caiz olarak yorumlayan, “bir kere ile bir şey olmaz” deyip de küçük çocukların tarikatlarda badelenmesine, evlendirilmelerine ses çıkarmayan hükümet yetkililerine en iyi dileklerini sunuyorlar(!) anlarsınız;

Ve seçim gününü bekliyorlar…

Bir yobaz zihniyeti ve taassubu göndermeye hazırlanıyorlar,

Ben kadınları şimdiye kadar böylesine iddialı ve kararlı görmemiştim,

Bu kadınlar çıldırmış olmalı;

Erkeklerden daha iyi organize oluyorlar sanki,

Bir altıncı hissin ve bir anne olmanın kendilerinekazandırdığı şaşmaz öngörü ile seçim gününü özlemle bekliyorlar…

“Abbas yolcu” diyorlar,

Vallahi biliyorlar!..

65 YAŞ ÜSTÜ

Bildiğiniz gibi devlet yaşlı vatandaşlarımıza bazı kolaylıklar tanımış;

65 yaş üstü insanımız halk otobüslerinden ücretsiz yararlanırlar, bazı illerde diğer tüm ulaşım araçlarından, müzelerden vs.

Sinema tiyatro bedava da olmalı aslında; her neyse, belediyeler düşünsün…

Ancak bir de şu yaşlılık aylığı konusu var,

Bizim ülkede yaşlıların eğer hiçbir gelirleri yoksa yaşlılık aylıkları bağlanır, ele güne muhtaç olmasınlar diye devletçe ve belediyelerce para verilir bunlara…

Ve bazı vatandaşlarımız da soruyor;

64 yaşında Türkiye’ye gelip vatandaşlığa geçip sonra da 65 yaşında aylığa bağlanan Suriyeliler ne iş?

Evet, ne iş?

Benim garibanım dururken, benim verdiğim vergilerle,

Dünyanın fakir fukarasına biz mi bakacağız?

NAZAR DEĞMESİN

Zonguldak’ta seçim sonuçları için çeşitli tahminler yapılıyor, yapılacak tabii, başka ne konuşacak insanlar oturdukları yerde?

MHP’nin olmadığı, Memleket Partisinin adının bile okunmadığı, diğer kıvır zıvır cumhur ortaklarının bulunmadığı seçimin ilginç tahminleri yapılıyor.

Ancak seçim sonuçları üstündeki yapılan tahminler çoğu CHP’lilerin hoşuna gitmiyormuş, araştırdık soruşturduk, bunlar CHP’nin oy potansiyelinin düşük gösterildiğini öne sürüyorlarmış…

(3 Akepe+1+1) veya (2+2+1 CHP) gibi tahminler CHP kesiminin canını sıkarken vatandaşın biri bize bir hikaye anlattı;

Gerçek ve yaşanmış bir olaymış… Ahmet Şerif İzgören’den…

Şöyle;

Cumhuriyetin ilk yılları,

Atatürk Orman Çiftliği'nin içinde süt fabrikası kurulacak, o dönem İsviçreliler bu konuda çok iyi.

İşe başlamadan önce, tüm batılılar gibi ciddi bir ön araştırma yapıyorlar. İsviçreli danışmanlar, yanlarında Türk çevirmenlerle beraber Ankara civarını köy köy dolaşıyorlar.

-Teyze, senin inekler günde kaç kilo süt verir?

-Yavrum, en fazla 3 kilo.

-Amca, senin inekler kaç kilo süt verir?

-5 kilo.

İsviçreliler tüm bu analizleri yapıyorlar ve günlük 10 ton süt toplanacağını hesaplıyorlar. Hata payı, üretimdeki artış, gelecek hesapları yapılıyor ve 20 ton süt işleyebilecek bir tesis kuruyorlar.

İlk gün köylerden süt toplanıp geliyor.40 Ton! Herkes şokta.İsviçreliler tercümanları alıp yine Ankara'nın köylerine gidiyorlar.

-Teyze sen ineklerim 3 kilo süt verir demişsin, 15 kilo süt vermişler. Bu nasıl oluyor?

-Oğlum nazar değer diye öyle dedim.

-Amca,  sen 5 kilo demişsin, 20 kilo vermişsin?

-Oğlum, nazar değmesin diye öyle dedim.

E tabii, elin İsviçrelisi nereden bilsin Türkiye'deki nazar faktörünü… Çünkü hiç kimselere benzemeyiz biz. Hep kendimize has tavrımız düşüncemiz vardır…

Ve tabii ki Zonguldak’ta da nazara inananlar vardır;

Gerçekçi tahminleri bu nedenle gizleyenler elbette ki vardır!..