Genel bir uygulama kapsamında Türkiye gibi küçük ve açık ekonomilerde beklentiler, döviz kurlarındaki değişimlerin yukarı yönlü enflasyon beklentileri için referans olarak alınmaları nedeniyle kur değişimleri tarafından etkilenebilmektedir; başka bir deyiş ile Türkiye'de enflasyon oranının döviz kuruna duyarlılığı oldukça yüksektir.Bu arada enflasyon ve döviz kurundaki yükseliş ise faiz oranı artışına zemin hazır larken,TCMB’nın bu göstergeler ışığında davranmaması durumunda ise maalesef kur artışı daha da hızlanma pozisyonuna girmek durumunda kalmaktadır. Döviz kuru-enflasyon ilişkisi arasında genel kabul gören yaklaşım ise,döviz kurundaki artışın, enflasyonda yukarı yönlü yükselme eğilimine yol açacağıdır (döviz kuru sebep, enflasyon sonuç).Enflasyonla döviz kuru arasındaki ilişkiye bakıldığında, genel olarak döviz kurlarında meydana gelen bir değişiklik doğrudan fiyatlara yansımaktadır. Özellikle hammadde ve enerji ithalatı yüksek olan ülkelerde, döviz kurundaki yükseliş ithal mal fiyatlarını da etkileyerek, fiyatlar genel düzeyinin yükselmesine sebep olur ve bu yükseliş, döviz kurunun enflasyona geçirgenliği olarak isimlendirilir.

* * *

Diğer taraftan da siyasilerin, enflasyonun faiz ile doğru orantılı olduğunu, yani enflasyon ile faiz arasındaki ilişkinin neden-sonuç ilişkisi olduğunu (faizin neden, enflasyon sonuç/netice) ifade etmelerine dayanarak yüksek enflasyonun “olağan şüphelisinin” yüksek faiz olduğu noktasından hareketle çalışmanın ilk hipotezi: “faiz, enflasyonun nedenidir” şeklinde oluşturulmuştur.Ancak ne var ki elde edilen sonuçlara göre, diğer değişkenler sabit tutulduğunda; enflasyon açığındaki %1’lik artış faiz oranının azalma olasılığını % 0.09 azaltırken, faiz oranlarının değişmemesi ve artmasını olasılığını sırasıyla % 0.05 ve % 0.04 arttırmaktadır. Aynı şekilde üretim açığı bileşenindeki %1’lik artış faiz oranlarını düşürme olasılığını %0.02 azaltırken faiz oranlarını sabit tutma ve arttırma olasılığını sırasıyla % 0.01 ve % 0.003 arttırmaktadır. Bu sonuçlar genel olarak yorumlandığında, hem enflasyon açığı hem de üretim açığı değişkenlerinin faiz oranının artması ve azalması olasılıkları üzerinde etkili oldukları da görülmektedir.

* * *

Bunun yanında, enflasyon açığındaki değişmelerin faiz oranlarının hareketlerinde üretim açığındaki değişmelerden daha etkili olduğu söylenebilir.Bu durum Türkiye için faiz oranlarında artış ve azalma kararı üzerinde enflasyon açığının üretim

açığından daha etkili olduğu yönünde bir bilgi sağlamaktadır. Gerçekte burada asıl üzerinde durulması gereken konu; yüksek enflasyonu doğuran sebeplerin ortaya çıkarılmak suretiyle örneğin ithalatetkisi,kuretkisi,yüksek maliyetler ve fırsatçılar tarafından gerçekleştirilen fahiş zam etkisi gibi unsurların öne çıkarılarak cari piyasalardaki etkinliklerinin en minimal seviye ye düşürülmesine çalışılması büyük önem taşımakta; en ağır lıklı etkiye sahip olanı durumundaki üretimin olmazsa olmaz ları arasında yer alan elektrik,akaryakıt,doğalgaz ve diğer temel ana girdilerde yapılabilecek indirim unsurlarının en detaylı şekilde değerlendirilmesi gerekmektedir.Aksi takdirde zaten süreğen hale gelen ve yukarı yönlü yapışkanlaşan yüksek enflasyonun bu şartlarda yükselişini durdurmak mümkün olamaz.

* * *

Sonuç olarak,Ülkemizin tanınmış duayen iktisatçılarından Mahfi Eğilmez’in T24’te de belirtiği gibi;”işe başlarken faiz ile enflasyonun hangisinin neden hangisinin sonuç olduğu konusunu birbirine karıştırmamak şart. Çünkü bir durumu belirlemeye giderken yapılan en ciddi hata neden-sonuç ilişkilerinin karıştırılmasıdır. Neden-sonuç ilişkisi karıştırıldığında girilen yol çıkmaz sokak olur. Mesela enflasyon neden faiz de sonuçtur. Ne var ki bu ilişki önlenemez de uzayıp giderse bir süre sonra neden ve sonuç yer değiştirmeye başlar. İşte o aşamada kafalar da karışır. Olayın en başına gidip de ilk nedeni bulamazsanız faiz neden enflasyon sonuçmuş gibi görünür olur. Ve o zaman faizi düşürüp enflasyonu düşüreceğinize inanmaya başlarsınız. İşin kötüsü yetkili bir konumdaysanız inanmakla kalmaz uygulamaya da geçebilirsiniz. Mesela 1994 yılındaki kriz bu nedenle çıkmıştır. 1994 krizinden hemen önce faizi düşürerek enflasyonu düşürme yaklaşımı çerçevesinde Hazinenin borçlanma ihaleleri siyasal iktidarca peş peşe iptal edilmeye başlanmıştı. Sanırım sekizinci ihale iptalinden sonra da kriz çıkmıştı.” Hatırlatmasına da bakmak gerekiyor.Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki,piyasalara bir baktığımızda ilk göze çarpan şey “güvensizlik olgusu” unsuru. Aslında piyasaların en çok ihtiyaç duydukları “güven olgusu” nun mutlak şekilde yeniden tesisine yönelik yapılandırılmanın en kısa zamanda gerçekleştirilmesi yanında; sistemin en iyi şekilde çalışmasına imkan verebilecek eski fabrika ayarlarına dönülmesi de büyük zorunluluk olarak karşımıza çıkıyor.