Özellikle belirtmek gerekirse; Anayasamızın 5.Mad.devleti, kişi lerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak, kişinin temel hak ve özgürlüklerini sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleri ile bağdaşmayacak biçimde sınırlayan.Engelleri kaldırmakla ödev lendirmiştir. Bununla birlikte Anayasa m. 65, sosyal ve ekonomik alanlarda devletin üstlenmiş olduğu görevleri, mali kaynaklarının ölçüsü ile sınırlamıştır. Bu maddenin gerekçesinde maddenin hiç kimseye devletten sosyal ve ekonomik hakların gerçekleşmesini isteme hakkı vermediği, bu hakların devlete yüklenen ödevlerden oluştuğu belirtilmektedir. Ancak Anayasa m. 11 Anayasa hüküm lerinin bütün kurumları bağlayıcı olduğunu belirtmiştir. Bu anlam da Anayasamızda, madde 11’in kesinlik taşıyan ifadesi karşılığın da tavsiye niteliğinde, hukuksal açıdan herhangi bir bağlayıcılığı olmayan kurallar bulunmamaktadır. Bu durumda sosyal ve ekono mik hakların dava hakkı tanıyıp tanımadığı sorusu gündeme gele cektir. Sosyal ve ekonomik haklar herhangi bir yasada düzenlen memiş, en üst hukuk normu sayılan Anayasa ile hüküm altına alın mışlardır. Bu nedenle vatandaşlara bu alanda dava hakkı tanınma dığı ileri sürülemez.Her ne kadar bu haklar soyut olarak düzenlen mişlerse de bütün temel haklar soyut bir şekilde kaleme alınmış lardır.Anayasa ile güvence altına alınmış bulunan sosyal hakların gerçekleştirilmeleri için özellikle de Türkiye gibi gelişmekte olan bir ülkede çok büyük mali kaynağa gereksinim olduğu, belirli bir süreç içerisinde gerçekleştirilebileceği de reel bir gerçekliktir.

                               *        *         *

Anayasa 65.Mad. işte bu reel gerçekliği yansıtmaktadır.Ayrıca bu madde reel bu durumun anayasal hüküm altına alınması gereksiz bir olgudur. Ancak bu hüküm yasama organına kimi zaman mali kaynakların yetersizliği gerekçesini ileri sürerek pasif kalma imkâ nını vermektedir. Ancak bu durum sosyal ve ekonomik hakların güvence altına alınmış olması ve m. 11’in bağlayıcı ve kesin hük müyle Anayasa kurallarının bağlayıcılığının ilan edilmiş olması gerçeği karşısında bir çelişik ve Anayasaya aykırı bir durumdur. Mali kaynakların yetersizliği göz önüne alındığında yasama orga nının takdirinin bu hakların gerçekleştirip gerçekleştirmeme bakı mından değil, ne ölçüde gerçekleştirileceği konusunda olacağı da açıktır. Bu bağlamda konuyla ilgili Alman Bertelsmann Vakfı'nın Avrupa Birliği (AB) ve Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği (OECD) ülkeleri arasında yaptığı araştırmaya göre hazırlanan Sosyal Ada let Endeksi'nde Türkiye 41 ülke arasında 40'ıncı sırada yerini aldı         ğı izlenmiştir.Vakfın hazırladığı Sosyal Adalet Endeksi’nde ülke ler çeşitli başlıklara göre sıralandı.Türkiye yoksulluğun önlenme si başlığında 31’inci, adil eğitim fırsatları başlığında 41’inci ve sonuncu, istihdam piyasasına erişim başlığında 37’inci, sosyal hayata dâhil olma ve ayrımcılığa uğramama başlığında 39’uncu, nesiller arası adalet başlığında 18’inci ve sağlık başlığında 36’ncı sırada yer aldı.

                               *        *         *

Sosyal Adalet Endeksi’nde ilk sırada daha önceki yıllarda olduğu gibi İzlanda yer aldı. Küçük ada ülkesini Norveç, Danimarka, Fin landiya, İsveç gibi diğer İskandinav ülkeleri izliyor. Almanya ise endekste Hollanda, Slovenya, Çekya ve Yeni Zelanda’nın ardın dan 10’uncu sırada yer aldı. ABD sosyal adalet endeksinde 36’ın cı sırayı alırken listenin son sırasında Meksika bulunuyor. 2018 yılında 41 ülkede işsizlik oranının ortalaması yüzde 5,3 olarak kay dedildi. Buna göre 2008 yılında patlak veren mali krizden bu

yana işsizlik oranının ilk kez düştüğü tespit edildi. İşsizlik oranı nın en düşük olarak kaydedildiği ülke Çekya olurken Yunanistan’

da her beş kişiden biri işsiz.Araştırmada her ne kadar sanayi ülke

lerinde iş piyasasında gelişme kaydedilse de bunun yoksulluğun

azalmasına bir etkisinin olmadığı belirlendi. Bu sonucun ortaya çıkmasında tahminlere göre vadeli ve yarı zamanlı işlerde çalışan ların sayısının artışı,asgari ücretle çalışılan branşların iş piyasasın da daha büyük bir yer tutması rol oynuyor. Araştırmada yüzde 17,9 ile İsrail ve yüzde 17,8 ile ABD yoksulluk riskinin en yüksek olduğu ülkeler olarak kaydedildi.Bertelsmann Vakfı’nın araştırma sında yoksulluk riskinin gençler ve yaşlılar arasında gösterdiği farklılaşma da ölçüldü. 41 AB ve OECD ülkesinin 27’sinde 18 ya şın altındaki çocuklar ve gençler 65 yaş üstüne göre daha fazla yoksulluk riski altında yaşıyor. İsveç ve Norveç gibi iyi sosyal sis temlere sahip ülkelerde de bu durum değişmiyor.

                               *        *         *

Sonuç olarak, Anayasaların ve hukuk sistemlerinin fonksiyonellik lerini sağlama hususundaki şartlar, 1982 Anayasası’nda ne ölçüde karşılanabilmiştir.Gerek oluşumundaki şartlar gerekse şumulü esa sen çağın gerisinde kalmış bir anlayışla kaleme alınmış bulunan, 1982 Anayasası, bir anayasa için uzun sayılmayacak yaklaşık yir mi yıllık dönemde,pek çok kere değişikliğe uğramış,buna da rağ men,toplu mun geniş kesimlerinin benimsediği bir anayasa olma yı başarama mıştır. Oysaki sosyal hukuk devletinde sosyal adale tin gerçekleş mesi eşitliğin, özgürlüklerin ve hakların şekli anlam da mevcut ol masıyla değil bütün bunların sosyal realitede gerçek leşmesiyle sağlanacaktır. Yani hakların, özgürlüklerin yalnızca mevcut olması değil gerçekten sosyal bakımdan zayıf ve güçsüz durumda bulunan kitlelerin bunlardan yararlanıp yaralanamadığı da önemli ve belirleyicidir. Devletin işverenle yapılacak pazarlık larda asgari çalışma koşullarını belirlemesi, bağlayıcılığı olan iş koruması normlarının ortaya konmasının sağlayacak anayasa hü kümleri olmalıdır.43 Oysaki 1982 Anayasası’nda, gerek kanun önünde eşitliğin gerekse haklardan yararlanma konusunda eşitli ğin ve herkesin bu hakka sahip olduğunun belirtilmesine karşın bunların gerçekte yaşama geçirilme kabiliyetinin olup olmama sıyla ilgili bir hüküm vazetmemiştir. Örneğin herkesin eğitim, seyahat, sosyal güvenlik vs haklarına sahip olduğu belirtilmiş ama yaşama geçirilmesi ko nusunda hükümler sevk edilmemiştir. Özellikle de Anayasa’nın 65. maddesi göz önüne alındığında ki bu madde de sosyal ve eko nomik hakların yerine getirilmesini mali imkânlara bağlamış, bir bakıma Türkiye gibi gelişmekte olan bir ülkede zayıf ve güçsüz toplumsal kesimlerin sosyal ve ekonomik haklardan reel anlamda pek de yaygın ve etkili olarak yararlanamayacaklarını üstü kapalı bir şekilde kabul etmiş, ortaya koymuş, şekli eşitlikle yetinmiştir.