Bireysel olarak ülke ekonomilerinin temel hedefi, sürekli ve yüksek büyüme skorları yakalayarak fert başına gelir seviyesinin en üst düzeye çıkarma ve böylece ihtiyaçlar hiyerarşisinde üst düzey ihtiyaçlar kategorisine sıçramayı sağlamaktır. Dolayısıyla daha fazla gelir ve buna bağlı olarak daha fazla tüketim yapılarak refah seviyesinin daha üst düzeye maksimize edilmesi amaçlanmaktadır.Özellikle toplumsal kayıtsızlık paftasında daha üstte yer alan kayıtsızlık eğrisi üzerinde dengeye gelmekle ifade edilebilecek refah artışı, özelde bizim gibi gelişmekte olan ülkeler bağlamında kalkınma iktisadının ve genelde de büyüme iktisadının ilgi alanları arasında bulunmakta dır. Bu arada düşük gelirli ülke tanımlamasından alt-ortaya, alt ortadan üst-ortaya ve üst-ortadan da yüksek gelirli ülkeler kategorisine geçişler için politik-ekonominin ihtiyaç duyduğu en temel unsurların başında esneklik ve yenilikçilik gelmektedir. Esneklik açısından kastedilen ise olması gereken kur ile fiili kur arasındaki bağın kopma sıdır.

                         *        *        *

Kur bağının kopması siyasetçi için oldukça hoş karşılanabilir yansımalara sahiptir. Bunlardan birincisi, dolar bazlı ulusal gelirin olduğundan fazla-yüksek çıkmasıdır.Düşük durumdaki kura bölünerek hesaplanan döviz bazlı milli hasılanın olduğundan fazla-yüksek çıkması aynı zamanda iç politikada başarının simgesi olarak kullanılır. Buna bağlı olarak ortaya çıkan ikinci unsur da, düşük kurdan dolayı ucuz ithalat ve böylece ithal girdiye bağlı düşük enflasyonun ortaya çıkmasıdır. Üçüncüsü, dolar bazında suni gelir artışı düşük kur ile birleşince daha fazla ithalat yapma imkanının doğmasıyla, tüketimde ve dolayısıyla refahta suni ilerlemeler sağlanabilmekte; ithalat artışları ekonomide arz ve talep uyumsuzluklarından doğacak talep enflasyonunu baskılamaya imkan sağlamaktadır.Dolayısıyla siyasal iktidarların özellikle seçimlerden önceki süreçte takip ettikleri yol, düşük kura dayalı bir yapıyı oluşturarak iktidarlarının sürdürülebilirliği açısından hayati önem taşımaktadır. Uygulamada döviz bolluğunun sağlanabilirliği ve dolayısıyla ülkelerin ithal mal cennetine dönüştürülerek suni refah artışının sağlanabilmesi için yüksek faiz uygulamasına gidilmesi de elzem gözükmektedir. Bunu besleyen dünya konjonktürünün varlığı ise görece daha düşük bir faizmaliyetiyle sağlanabilirliği ekonomiyi rahatlatıcı gözükmektedir. Düşük kur ve ucuz ithalatın yansımaları arasında yerli girdi kullanım eğilimini düşürerek, “ithalata dayalı ihracat” eğilimini, yani bir tür re-ekspotçu olmayı kamçılamaktadır.

                         *        *        *

Sonuç olarak,bahse konu döviz kurunun aşırı değerlenmesi şüphesiz dolar bazında hesaplanan ulusal gelirin de olduğundan daha yüksek çıkmasına yol açmaktadır. Diğer bir ifadeyle kurun değersizleşmesi ile dolar bazlı milli gelir arasında tersyönlü bir ilişki olduğu açıktır.Kur-faiz ikilemi kaonusundaki tartışmalar halen gündemini korumakla birlikte makroekonomik sorunların mikro temelleri ve rasyonel beklentilerle ilişkisine odaklanan Neo-Keynesyen analiz, piyasaların neden çalışmadığı üzerin değil, piyasaların neden iyi çalışmadığı üzerine odaklanmıştır. Fiyat ve ücret yapışkanlıkları, aksak rekabet ve piyasa başarısızlıkları gibi temel konulara odaklanan bu yaklaşım, ters seçim, ahlaki riziko ve dışsallıklar gibi kamu ekonomisi konularıyla da ilgilenmiştir.Bu anlamda maddi zenginlikteki artış ancak üretim kapasitesini artıran uzun dönem ekonomik büyüme ile mümkündür. Sosyal adalet, sürdürülebilirlik ve uzun dönem ekonomik büyüme birbirlerinin alternatifleri değil, birbirlerini destekleyen olgulardır. Bu na ek olarak sürdürülebilir büyüme, gelecek nesillerin refahından ödün vermeden gerçekleşen ekonomik büyümedir.Pozitif iktisat biliminin dışında farklı paradigma arayış ları ile çözüm yolu bulmak ise kesinlikle mümkün değildir.