Türkiye’de tarım kesimine yönelik politikalar ve bu kapsamda kullanılan araçlar konusunda öteden beri bir kararlılık olmamak la beraber,çok sayıda araçla yürütülmektedir.Bunlardan altyapı gibi yapı  sal çalışmalar ile genel hizmetler, ülkemizde Cumhu riyetin kuruluşundan beri devlet eliyle yürütülmektedir.Bununla bera ber, tarım politikalarının ve bu kapsamdaki uygulamaların esa sını fiyat ve pazar politikalarının oluşturduğu söylenebilir.An   cak bugüne kadarki uygulamalar, bu politikaların uygulanma sındaki amacın kesin ve açık bir şekilde ortaya konulamadı ğını göstermektedir. Uygulamalarda daha çok günün ekonomik ve siyasi kaygıları ön plana çıkmış ve çoğunlukla da dünya piyasa larıyla uyumsuz bir ortam yaratmıştır.Ayrıca Ülke nüfusunun yaklaşık üçte birine yakın bölümü tarımsal ya da kırsal alanda yaşıyor olduğu halde milli gelirde tarımın yeri ancak % 8 – 10 düzeyindedir. Türkiye’de tarım sektöründe göze çarpan eğilim ler,küçük meta üretiminin yaygın olması,toprak dağılımının çok parçalı olması ve verim düşüklüğüdür. Tarım kesiminde nüfus artış hızı ülke ortalamasının üstündedir, bu olgu miras yoluyla toprakların küçülmesine sebep olmakta ve kente olan göçü hızlandırmaktadır. Oysa ki küçük parçalara bölünmüş yaygın toprak yapısı maliyetleri yükselterek tarım üretiminde verim sizliğe yol açmaktadır. Oysa ki dünyada tarım ve hayvancılıkta da bir modernleşme ve dönüşüm söz konusudur. Tarım sektörü günümüzde artık yeni teknoloji ile ve çağdaş ekonomik normlarla geliştirilen bir sektördür. Bu nedenle tarım sektörünün hızlı trans formasyonu için ülkemizde de toprak toplulaşması ve yeni tekno loji kullanımı kaçınılmaz hale gelmektedir.

                                  *       *        *

Diğer taraftan da tarım sektörünün doğal koşullara bağlı olması, risk ve belirsizlik faktörlerini güçlendirirken,tarımın arz ve talep esnekliğinin katı olması ve üretim periyodunun diğer sektörlere göre uzunluğu, tarımsal desteklemeleri ve tarıma dayalı sanayile re yönelişi gündeme getirdiği izlenmektedir. Özellikle, 1980’ler den sonra, değişen ülkesel ve uluslar arası koşullar yeni fırsatları yaratırken, tarım ve gıda sektöründe farklı yaklaşımlar ve reform gerekliliği gündeme gelmiştir.Mevcut politikaların etkinliğini yi tirmesi nedeniyle, içinde bulunduğumuz küreselleşme sürecinde tarım Avrupa Birliği ile entegrasyonda öncelikle geliştirilesi gere ken bir sektör olarak belirmekte, Dünya Bankasının liberalleşme politikaları ve Dünya Ticaret Örgütü kuralları karşısında zorlan makta ve uyumu güçleştirmektedir. Bugüne kadar uygulanmakta olan kendi kendine yeterli olmaya yönelik politikaların çok taraflı anlaşmalarda yer aldığı şekliyle, gerekli görülen Tarım Reform ları çerçevesinde değişerek, ülkelerin önemli ürünlerde kendine yeterli olma politikaları yanında karşılaştırmalı üstünlüğe sahip ürünleri yetiştirmeleri ve piyasa fiyatlarına hassasiyeti artırıcı politikaların benimsenmesi öngörülmektedir. Mevcut tarım sek    törü tablosuna bakıldığında; Dış ticarette mukayeseli üstünlük te oreminin geçerli olduğu dönemlerde tarım ürünü üreticisi ve ihra catçısı konumunda olan ekonomiler görece avantajlı olabilmek tedir. Bu dönemde tarımsal ürünler ekonomiye yararlı ticari meta olarak görülebilir.

                                  *       *        *

Zira bu dönemlerde dış ticaret hadleri henüz tarım ürünleri aleyhi ne dönmemiştir.Oysa,günümüzün sanayi destekli tarımsal üretim aşamasında artık mukayeseli üstünlük teoremi yerini mutlak üs tünlük teoremine bırakmıştır. Mutlak üstünlük teoreminin geçerli olduğu durumlarda gelişmiş ekono miler hem tarımsal alanda hem de sanayi alanında gelişmekte olana ekonomilere üstündür

ve dış ticaret hadleri aşırı derecede tarımsal ürünler aleyhine dön müştür.Tarım sektörünün piyasaya açılması için toprak mülkiyeti nin rasyonel bir yapıya kavuşmasına ve tarımsal ürünlerin standar dizasyonunun geliştirilmesine öncelik verilmelidir.Tarım sektö ründe açığa çıkan işgücü fazlasının kentlere, özellikle de batı kent lerine yönelmesi, sosyal sorunlara neden olacağı gözden kaçırıl mamalıdır. Sanayi toplumlarında kentleşme, kentlerin çekişi ile gerçekleşmiştir. Böyle bir çekiş gücü oluşturulmadan, kırsal alandaki işgücü fazlasını kentlere yöneltmek gerçekçi ve yararlı bir politika olarak görülemez.Büyüme stratejileri ülkenin sahip olduğu üretim faktörlerine göre belirlenmek durumundadır.

                                  *       *        *

Sonuç olarak, Tarım sektöründe koruma çok yaygın bir uygulama dır ve günümüzde dünyada yüzde yaklaşık %40 düzeyindedir ve uluslararası düzeyde 2013 yılına kadar tarımsal ihracat üzerindeki sübvansi yonların kalkması kararı alınmıştır. Oysaki gelişmekte olan ülkeler ve Türkiye de tarım sektörünü desteklemek zorunda dır.Türkiye'nin faktör yapısını dikkate alan büyüme stratejilerinin temel öğesinin istikrar olduğu düşünülürse, belki de önce tarımsal kökenli sanayi, daha sonraları da gerçek sanayi üniteleri oluştur mak ve göç sorunu yaratmadan, ve tarımsal yeterliliğin ortadan kalkmasını engelleyerek sanayi filizleri oluşturmak çözüm olabi lir.Öncelikle döviz kurundaki dalgalanmadan kaynaklı girdi mali yetlerindeki göreceli maliyet yükselişleri de dikkate alındığında;          artık tarım ve hayvancılık sektörlerindeki sürdürülebilirlik kavra     mı neredeyse yok olma noktasına gelmiştir.Dolayısı ile ortaya çı     kan bu kabil sıkıntılar kırsaldan kentsel kesime göç akınını doğu     rurken, zaten had safhaya gelen işsizlik verilerini büsbütün arttır    makta, üretimden gelen arz-talep dengesizliğinin büyümesiyle de gıda ağırlıklı yükseliş eğiliminde olan enflasyon oranını da yukarı    yönlü baskılamaktadır.Bu arada tarımsal arazilerle mera alanların    da çeşitli nedenlerle meydana gelen erozyon ve küçülmelerin ya     rattığı potansiyel yitimi de dikkate alındığında Türkiye’nin saman     dahil tarım ve hayvancılık ürünleri temininde ithalat ülkesi haline dönüşmesi de kaçınılmaz hale gelmiştir.