Son yıllarda bir çok ülke, faiz oranlarındaki dalgalanmaların ve yüksek enflasyon ortamının, ekonomik kalkınma çabaları yönünden oldukça zararlı olduğunu anlamışlardır. Yüksek düzeyde enflasyonist ortamda yaşayan ülkelerin, uzun dönemde ekonomik kalkınmalarım devam ettirebilmeleri olanağı pek yoktur. Çünkü, fiyatlar genel düzeyinin hızlı değiştiği bir ortamda piyasa mekanizması üretim birimlerinin etkin bir şekilde kullanılması ve yönetilmesi yönünden oldukça zayıf kalmaktadır. Böyle bir ortamda firmalar ve tüketiciler enflasyonla mücadele edebilmek için çok zaman harcarlar ve verimli üretim için daha az zaman ayırırlar. Geleceğe yönelik planlama olanaksız değilse de, yine de son derece zordur ve enflasyon nedeniyle uzun dönem yatırımları düşme eğilimi gösterir. Böylece, yüksek enflasyon ekonomik kalkınma potansiyelini zayıflatır.Yüksek ve dalgalı enflasyon, özellikle üretime olan talepte ve reel faiz oranlarında yüksek dalgalanmalara yol açar. Bu dalgalanmalar ise iş yapanın maliyetini büyük ölçüde artırır ve yatırımlara ilişkin olarak alınacak herhangi bir kararın riskini yükseltir. “Büyük çapta dalgalanmalara maruz bir ekonomi etkin bir biçimde işleyemez ve istikrarlı bir ekonominin kalkınmadaki performansını gösteremez. Bu nedenle, endüstriyel kalkınmaya ilişkin olarak hükümetlerin yapabilecekleri en olumlu katkılardan birisi düşük ve istikrar kazanmış bir enflasyon oranının devam ettirilmesi olmalıdır

         *          *           *

Oysa rekabet ortamı yaratma stratejisinin amacı belirsizliklerin en aza indirildiği istikrarlı bir makro ekonomik ortam yaratmak ve geniş anlamda teknoloji alt yapısını geliştirmektir. Bu amaçla, devletin vergi gelirlerini yeniden düzenlemek, eğitim, sağlık, adalet, ulaştırma, çevre ve kentsel altyapı gibi alanlara kaynak aktarmasını ön görmektedir. Rekabet ortamı yaratma stratejisi belirli sektörlerin desteklenmesi yerine bütün rektörleri destekleyecek elverişli bir ekonomik ortamın yaratılmasını öngörmektedir. Bu stratejinin temel görüşü, başarılı sektörlerin merkezi bürokratik kurumlar yerine, istikrarlı ve teknolojik değişimi destekleyen rekabetçi bir ekonomik ortamda belirlenmesidir. Yani, herhangi bir sektöre öncelik veya ayrıcalık tanınması söz konusu değildir. Bu stratejinin başarılı bir şekilde uygulanabilmesi için toplumca benimsenmesi ve desteklenmesi gerekmektedir. Strateji, herhangi bir sektör ayrımı yapmadığı ve insan sermayesine yatırımı kalkınmanın en önemli unsuru gördüğü için toplumca benimsenmesi ve desteklenmesinin kolay olacağınainanılmaktadır. Bu anlamdaki bütüncül genellik arz edenazgelişmiş ekonomilerde, bölünemezlik özelliği gösteren altyapı yatırımlarından, başka bir değişle sosyal sermaye hizmetlerinden yeterince yararlanarak, israfı minimize etmek için, gerek gelişme merkezleri, gerekse sürükleyici önder sanayi birimleri, gerekli altyapı olanakları bulunan mekanlarda ortaya çıkar. İleri geri bağlantıları ve bölgesel girdi çıktı ilişkileri, sanayinin belli bir mekanda toplanmasıyla sağlanabilmektedir. Bu yüzden gelişme merkezleri ile endüstrilerin yoğunlaşması birbirlerini tamamlayıcı nitelik göstermektedir.

       *          *           *

Sonuç olarak, özellikle gelişmekte olan ülkelerde öne çıkan varsayım genellikle piyasalarda cari olan iktisat kurallarının yerine bu kuralları pas geçendüşünceninyanlış yaklaşımıyla ne kaybettiğine de bir bakmak gerekmektedir. Öyle ki uzun yıllara dayalı olarak gerçek tecrübe ve deneyimlerle oluşturulmuş olan ve bir türlü sonu gelmeyen bu kuram ve teoriler bilimsel gelişmelerin ışığında şekillenirken; tüm ekonomi kuramları her biri bireysel ya da ortak akılla bütünleşen mantıksal irdelemenin bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadırlar. Zaten gelişmekte olan ülkelerin ağırlıklı olarak içinde bulunduğu finansal kırılganlıklarla diğer zorluklar genelde bu yöndeki tercih sorununu da ortaya çıkarmakla birlikte daha ziyade baskılı şekilde öne çıkardığı iktisadi kuramları daha güçlü kılmaktadır.Mamafih bu tür uygulamada karma stratejinin uygulanabilmesi sayesinde, bir birim döviz kazanılması ve bir birim döviz tasarrufu için harcanan marjinal iç kaynak maliyeti aynı olur. Neticede, kaynak dağılımında etkinliğin sağlanmasıyla sanayide yapısal bozuklukların ortaya çıkmasının önüne geçilebilir. Oysa, uzun bir süre ve aşırı bir şekilde uygulanan ithal ikamesi stratejisi kaynak dağılımını bozarak ülkenin potansiyel mukayeseli üstünlüğüne ters bir sanayileşme yapısı ortaya çıkarır. Fakat, dışa yönelik sanayilere verilen aşırı sübvansiyonlar da aynı sonucu doğurabilir. Ancak, bazı ülkelerdeki tecrübeler göstermiştir ki, kaynak dağılımında çarpıklığa yol açan neticeler dışa yönelik sanayileşmede daha az, içe yönelik sanayileşmede ise daha çok ortaya çıkmaktadır. Çünkü, ithal ikamesi teşvikleri ithalat kısıtlamaları, aşırı değerlenmiş kur ve enflasyonla dolaylı yoldan verildiği halde, ihracatı teşvik genellikle devlet bütçesine yük getirdiği için verilen sübvansiyonlar göze batmakta veya devlet bütçesi imkanlarıyla sınırlı kalmaktadır. Ayrıca, dışa yönelik sanayi kuruluşları uluslararası piyasalarda kalite ve fiyat rekabetiyle karşılaştığı için ölçek ekonomilerinden daha fazla yararlanmak zorunda kalmaktadırlar.

KAYNAK: Ekonomik Kalkınma Stratejileri (Prof. Dr. İ. HakkıDÜĞER) Murad İSGENDER