İnsanlar çok daha önceleri başlayan bu iklim değişimini ne yazık ki zamanında fark edememiştir. Ancak özellikle son 50 yılda, iklimin diğer yıllara göre anormal olarak değiştiğini gösteren pek çok gösterge ortaya çıkmıştır. Küresel boyutta ortalama hava sıcaklığındaki artışlar, kutuplar ve kara parçaları içlerinde yüksek alanlardaki daimi buzulların erimesi, deniz seviyesinin yükselmesi, kuraklık, taşkınların ve aşırı yağışların sıklıklarında ve büyüklüklerinde artışların görülmesi bu göstergelerin en önemlileridir.Bu meyandaki iklim değişimi birçok atmosfer bileşeninin karşılıklı etkileşimi sonucunda meydana gelmektedir. Bileşenlerden birinde meydana gelen bir değişiklik zamanla diğerine sıçramakta ve bu etki, bir zincirin halkaları gibi, bir süre sonra ekosistemin tüm bileşenlerine yayılarak açılan yelpazede büyük oranda genişleme göstermektedir. Yapılan araştırmalar özellikle son 50 yıl içindeki iklim değişikliklerinin göreceli en önemli nedenlerinden birinin alenen ve açıkça şehirleşme olduğu ortaya konulduğundan bu konuyla ilgili bilimsel verileri değerlendirdiğimizde; sıcaklıkların dağılımında en önemli etkenin şehirleşme ve bunun sonucu olan yapılaşma olduğu izlenmektedir.

                                  *        *         *

Buna göre sıcaklığın en fazla olduğu alan, yapılaşmanın en fazla olduğu şehrin merkezi iken, en az olduğu alanın ise tarım arazileri ve geniş ormanların bulunduğu alan, yani doğal ortam olduğu anlaşılmıştır. Aradaki sıcaklık farkı değişmekle beraber, sıcaklık farkları çoğu zaman hemen hemen neredeyse 4 °C’yi de geçebilmektedir. Aslında doğal ortam şartlarındaki dere yataklarının büyüklüğü, aşırı derecede taşkına sebep olabilecek durumda değildir veya sağanak yağışların taşkına neden olabilmesi için kısa sürede aşırı bir yağışın düşmesi gerekmektedir. Ancak insan müdahalesi sonucunda yatakları daraltılan ve kanal içerisine alınan dereler daha fazla taşkına neden olmaktadır. Yanlış arazi kullanımları sonucunda dere yataklarının daraltılması, kanal içerisine alınması ve akış kesitinin konut ve diğer kullanım amaçları için küçültülerek veya yer yer tamamen yok edilmesi, bu sorunun ana nedenini oluşturmaktadır. Akarsuların saatteki metre küp olarak akım miktarları şehir alanı içerisinde etkili olan arazi kullanım planlarına göre değişmekle beraber şehir alanı içerisinde su geçirmeyen zeminlerin (asfalt ve beton gibi) artması, şehirler içerisinde meydana gelen en önemli sorunlardan birisidir. Yani şehirleşme oranı arttıkça betonlaşma sonucu yağmur sularının yeraltına sızması azalmaktadır.

                                *        *         *

Böylece yağmur suları ya yüzeyde birikmekte ya da aniden akışa geçerek zamanla da mal ve can kayıplarının yaşandığı taşkınlara da neden olmaktadır.Hal böyle iken şehir alanları arttıkça su geçirmeyen zemin oranı da artmaktadır. Bu gibi yerlerde, yeraltına geçen yağmur sularının süzülme oranının azalmasıyla yeraltı su seviyesi de düşmektedir. Yeraltı su seviyesinin düşmesiyle birlikte akarsuların rejimleri zamanla değişmektedir. Zemine sızma azaldığından şehir alanındaki akarsuların akım miktarı % 95’ten % 20’ ye kadar ciddi şekilde düşmektedir. Bu nedenle yağışlı dönemlerde akarsu akım seviyesi yağışlara bağlı olarak artarken, kurak dönemlerde azalmaktadır. Oysa ki, yağmur suları süzülerek yer altı suyu olarak kendiliğinden depolansaydı yıl içerisinde akarsu akımları daha düzenli olurken taşkınların da , bu kadar sıklıkta olması söz konusu olmayacaktı. Maalesef günümüz şartlarında örnekleri çok olan kentlerdeki sel oluşumlarına bakıldığında halen benzer hataların tekrarlanması sebebiyle can ve mal kayıplarının yaşandığı birçok vaka ile yüz yüze geldiğimiz de açıkça izlenmektedir. 

                                 *        *         *

Sonuç olarak, hepimiz kabul etmeliyiz ki hem şehirleşme hem de iklim değişikliği her ne kadar son yüzyılın konusu gibi görünse de aslında insanlığın var olduğu günden içinde olduğumuz günümüze kadar süregelen ve bundan sonrada devam edecek olan bir yaşam gerçeğidir. Şehirleşmeler çağımızın yaşam anlayışının doğal bir sonucu olduğuna göre iklim üzerinde daha az etkili olabilecek ve bu değişim sürecini yavaşlatacak neler yapmalıyız sorusuna bu yönden mutlaka geçerli bir yanıt bulmalıyız. Özellikle bilinmelidir ki, sürdürülebilir kalkınma ancak başta iklim olmak üzere insanlık üzerindeki baskısını küresel ölçekte arttırmakta olan ekolojik koşul değişimlerine olabildiğince uyum sağlayacak uygulamalar ile gerçekleştirilebilir. Bu gerçeği açıkça ve net görebilen ülkeler kendi yurtlarındaki özel koşulları ve olabilecek değişimleri, geleceğe dönük projeksiyonları göz önüne alan stratejik planlar yaparak mevcut güçleri ölçüsünde uygulamaya başlamışlardır. Bu açıdan siyasal kaygıların vakit geçirmeden bir kenara bırakılarak Türkiye’nin doğrudan iş birliği yapabileceği bu bilgi birikimlerinden olabildiğince yararlanması ve eko-ekoloji,ekonomisi konusunda daha da duyarlı olmamız gerektiği söylenebilir. Diğer önemli konu ise

Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) nün uyarısına göre; iklimsel koşullara bağlı hava sıcaklıklarının aşırı artmasıyla birlikte; dışarıda şapka takılması, yeterli miktarda su içilmesi, el bileklerinin soğuk su ile ovulması, sırt ve ayaklarda kan dolaşımını hızlandırmak için ispirto ile masaj yapılması, alın ve omuza buz kompresi yapılması, elektrikli aletlerin ve bir başka sıcaklık kaynağı olan yapay ışıklandırmaların kapalı tutulması gibi tavsiyelerde bulunması da oldukça dikkat çekici.