Görünür o ki,ki yıllık COVID-19 pandemikrizinden zar zor kurtulmaya çalışan gelişmekte olan piyasalar, doların yirmi yılın en yüksek seviyelerine çıkmasının yarattığı baskıyla şimdi sermaye kaçışı, enflasyon ve hatta borç temerrütleriyle karşı karşıya bulunuyor. Bu yönde geçmişteki gelişmekte olan piyasa krizlerinin neredeyse tamamı doların gücüyle yakın bağlantılıydı. Dolar yükselirken, gelişmekte olan ülkeler kendi para birimlerindeki düşüşleri önlemek için para politikasını sıkılaştırmak zorunda kalırken;Bunu yapmama duru munda enflasyonu daha da kötüleştirecek ve dolar cinsinden borçların ödeme maliyetinin yükselen CDS primi sebebiyle artması gündeme geliyor. Bu arada da cari olan iktisat kurallarının geniş deneyim ve uzun ça balardan sonra oluştuğu da dikkate alındığında geçmiş ten günümüze kadar geçen zaman sürecindeki tüm ge lişmelere rağmen bu denklem ve hipotezlerin halen ge çerli olurken; tersine bir yaklaşım dolardaki hareketlen me ile ekonomide beklenmeyen yeni hasarlar yaratabili yor.

* * *

Bu arada gittikçe bozulmaya başlayan tedarik zinciri ile yükselen emtia fiyatları yanında; fiyat istikrarının da bozulmasıylaenflasyonun arkasından resesyon (durgunluk) saikinin gelmekte oluşuna ek olarak,Asya ve emtia para birimleri için bir çıpa olan Çin yuanındaki düşüşün yanı sıra bazı istenmeyen komplikasyonların sırada oluşu sıkıntıları daha da arttırmaktadır.Aslında gerçek duruma göre makro seviyede bir değerlendirme yapmak gerekirse; küresel ekonomilerde ortaya çıkan kırılmaların gittikçe genişlediği bir ortamda bunun güçlenen dolar ve yüksek emtia fiyatları ile kesiştiği bir düzlemde özellikle gelişmekte olan ülkelerin daha fazla problem yaşaması her zaman rastlanabilen bir durum.Global pi yasalarda daha da güçlenen dolar karşısında gıda ve petrol fiyatlarındaki ortalama %30-%40’lık artışlar göz önüne alındığında, daha yüksek ithal enflasyon anlamına geldiği düşünülürse; bu durum gelişmekte olan ülke lerden sermaye ve yatırımcı kaçışına da neden oluyor.

* * *

Diğer taraftan da gittikçe netleşmeye başlayan resesyon (durgunluk) endişelerinin geniş yelpazeye aşama aşama yayılmasıyla emtia ihraç eden Latin Amerika ülkeleri gibi oldukça parlaklaşmaya başlayan noktaların da ışığının sönmesine neden oluyor. Bu nedenledir ki,elişmekte olan dünyadaki merkez bankaları, enflasyonu evcilleştirmek ve artan ABD getirilerine yeterli enflasyona göre düzeltilmiş tahvil primi sağlamak için faiz oranlarını kümülatif olarak yüzlerce baz puan artırmak yoluna gitmek zorunda kaldılar.Çok tabii olarak da gelişmekte olan ülkelerin gittikçe artan orandaki CDS risk primlerinin de yükselmesiyle ihtiyaç duydukları borç talebinin karşılanmasına yönelik borç maliyetleri nin daha da şişmesi gibi sonuca da yol açıyor.

* * *

Sonuç olarak, özellikle belirtmek gerekir ki,söz konusu borç maliyetlerinde bu artış; yükselen hazine giderleri nin geldiği noktada küresel olarak daha yüksek sermaye maliyeti anlamına geliyorki,bu ülkelerin zamanla artan dolar borçlarındaki sarmalın daha çok büyümesi gibi ne tizenin çıkmasına da zemin hazırlıyor. Bu meyanda dış ülkelerden iktisadi açıdan belirginleşen kötü yönetim ve siyasi çatışmalara yol açan siyasi huzursuzluğun beraber indeki gittikçe katmerleşen döviz bazlı yüksek borç maliyetlerinin olası kırılmaları çözümsüz kılmaya maruz bıraktığı da izleniyor. Hal böyle iken,gittikçedeğeri artan doların gücünün karşısında sürekli düşme kaydeden yerel para birimi zayıflığının da, daha yüksek ithalat faturalarına ve dolayısıyla ithal yoluyla yansıyan enflasyonun da hızlanmasına neden olurken; her ne kadar gelişmekte olan piyasalar sıkılaştırma döngülerine gelişmiş emsallerinden çok önce başlamış olsa da, enflasyon sürekli olarak beklentileri aşma durumunda kalıyor.Uluslararası Para Fonu(IMF), enflasyonun bu yıl gelişmekte olan piyasalarda ortalama %8,7 olmasını beklediği bir ortamda önde gelen ülkelerden Arjantin’de yıllık enflasyon %50’nin üzerinde, Türkiye’de ise %70 seviyesinde görünüyor.