Ne yazık ki İdlib’ten bugün gelen şehit haberleri ile yine içimiz yandı.

Türkiye uzun yıllardır sınırlarının güvenliğini sağlamaya çalışırken, sözde yanımızda görünen özellikle batılı güçlerin, bölücü örgütlerini hem silah, hem de siyasi alanda el altından desteklemesi ile bölgeyi istikrarsızlaştırarak buna engel olmuştu. Bunun delillerini hepimiz gördük, izledik.

Bunun yansıması olarak da geçmişte kâh sınırlarımızdan sızarak, kâh sınırlarımız içinde yerleşen bu hain unsurlar, defalarca silahlı güçlerimize ve oradaki masum halka kalleşçe saldırıp on binlerce insanımızı şehit etti.

Dünyanın sözüm ona gelişmiş ama insanlıktan yoksun ülkeleri, Ortadoğu’daki petrol uğruna milyonlarca insanın ölmesine aracılık edip, o bölgedeki huzursuzluğun mimarlığına soyundular.

Bu ülkelerin, bölgede akan masum halkın kanına ekmek doğrayarak beslenirken, diğer yandan Türkiye’deki huzur ortamını bozmaya yönelik faaliyetlerini durdurmak için etkin ve kalıcı adımlar atılması zaruriydi.

Devletimiz tarafından içten dışa başlatılan temizlik harekâtı karşısında paniğe kapılan dış güçlerin uzantıları da tek tek bulunarak bertaraf ediliyor.

Uzun yıllardır kanser gibi devlet içindeki yapılanmaları cımbızla temizlendi, temizlenmeye de devam ediyor.

Bunun yansıması olarak da ülkemiz gün geçtikçe sağlığına kavuşup, daha da güçlenmekte.

Şimdi gelelim Suriye’de ne işimiz olduğuna.

Basit bir örnekle;

Kundakçıların komşu evi yakmaya çalıştığını biliyor olsanız, buna sessiz ve seyirci mi kalırsınız?

Yoksa, komşunuzun ve kendinizin evini, canını kurtarmak için elinizden ne geliyorsa yapar mısınız?

Sorunun yanıtını yazmaya gerek görmüyorum, çünkü ne yapılması gerektiği açık ve net.

Bu kundakçılar, katiller ve hırsızlar on yıllardır zaten komşu evlere saldırıp bu ev sahiplerinin alın terini, emeğini ve canını gasp ediyorlardı.

Çok geriye bakmaya gerek yok, yakın geçmişi hatırlamak yeterli. Yaş itibarı ile büyüklerimize sormak gerek; Ortadoğu’da huzurun olduğu ortamı hatırlayanınız var mı?

Aynı şekilde yine on yıllardır kendi sınırlarımız içinde ve dışında huzuru hatırlayan var mı?

Zaten bu olaylar sürüyordu.

Değişen tek şey; Türkiye kendi içindeki kanseri yendikçe, daha güçlü ve söz sahibi haline geldiğidir.

Türkiye güçlendikçe, dışarıdaki güvenliğini sağlamak için de defalarca harekât yapma zorunluluğunu hissetmiş, bunu da başarıyla gerçekleştirmiştir.

Tabi ki bu da bölgede akan kana ekmek doğrayarak beslenen devletlerin işine gelmedi. Bu kundakçılar, oradaki yağmadan vazgeçmedikleri için bizi de engellemek için ne yapabiliyorlarsa deniyor.

Etrafımızdaki ateş çemberine karşı güçlü savunma kurmak Türkiye’nin en doğal hakkıdır.

Sömürgeci devletlerin savaş arenasına dönen Ortadoğu’ya birçok sömürgeci devletin de eklenmesi ile komşu evlerdeki ateş daha da büyümüştür.

ABD, Rusya, İran, İsrail ve bazı Avrupa devletlerinin, vampir gibi susuzluğunu bölge insanının kanını içerek beslenmeye çalışırken canını kurtarmak için kaçan milyonlarca mülteciye de biz kucak açtık.

İnsanlık adına bunu yapmaya vicdanen mecbur kaldık.

Muhtaca sırt dönecek bir millet asla değiliz.

Getirdiği ekonomik yükü de yine millet olarak sırtlandık.

4 milyona yakın mülteciyi barındırıyoruz.

Kendi insanını katletmekte kararlı olan Esad zulmünden kaçanlara yaklaşık 1 milyon daha eklenirken, ülkemizin ekonomisini de ayakta tutabilmek için, vampirlerin ve kundakçıların zulmüne dur demek için de orada bir güvenli bölge oluşturma zorunluluğu hasıl olmuştur.

Kabul ettiğimiz 4 milyon mültecinin ekonomimize olan ağırlığı bir yana, çoluğunu çocuğunun canını kurtarmak için kaçan 1 milyon mülteciyi de bu güvenli bölgede barındırmak en akıllıca iştir.

Türkiye devleti ve milleti tarihinde hiçbir zaman yapılan zulümlere sessiz kalmamıştır.

Ortadoğu’daki bu vahşet yüz yılı aşkın süredir vardı. Ve bu zulüm bizim de on binlerce insanımızın canına mal oldu.

Tek değişen Türkiye kanseri yenerek güçlenmeye başlamıştır. Bölgede söz sahibi olmuştur. Daha doğrusu söz sahibi olmak zorundadır.

Şimdi tekrar soruyorum, komşu evde kundakçılar varken siz ne yapardınız?

Sağlıcakla…