Bu kapsamda geniş çerçevede bir değerlendirme yapmak gerekirse; içinde bulunduğumuz yüzyıl birçok teknolojik imkânı insanlığın hizmetine sunarken, bir yandan da insanlığın ortak değeri olan çevreden geri getirilmesi zor, hatta imkânsız olan değerleri de alıp götürmektedir. Çevre sorunlarının toplum yaşamını olumsuz yönde etkilemeye başlaması, yönetimin her düzeyde sorunları çözecek yeni strateji ve politikalar geliştirmesine, bu politikaları çevreyle uyumlu hale getirmesine ve uygulamasına ihtiyaç oluşturmuştur. Çevreyi korumak ve kirlilik ile mücadele kapsamında ortaya konulan politika ve stratejiler, mevcut ekonomik sistem ile uyumlu, sürdürülebilir kal kınma ve ekonomik büyümeyi destekleyen, yatırımları teşvik eden ve istihdamı arttıran bir doğrultuda olmak zorundadır.Doğa sınırsız bir kaynak olmadığı gibi kendini yenileme kabiliyeti de sınırlıdır. İnsan faaliyetleri sonucunda bozulan ekolojik dengenin yeniden düzelmesi zor hatta bazen imkânsızdır. İklim değişikliği günümüzde insanlığın karşılaştığı en büyük ve karmaşık problemlerden bir tanesidir. İklim değişikliği çevresel bir mesele olmasının yanında aynı zamanda sürdürülebilir kalkınmayı yakından etkileyen bir hu sustur. İklim değişikliği ile mücadelede; politika belirleyicilerin karşı karşıya bulunduğu güçlük, iklim değişikliğinin etkilerini anlamak, en uygun düzeyde uyum sağlanmasına yönelik stratejileri belirlemek ve bunları akılcı politikalara dönüştürerek uygulamaktır. İklim değişik liğinin insan yaşamına ve doğaya olan olumsuz etkileri ile mücadele etmek amacıyla birçok ülkenin bir araya gelerek imzaladığı Birleş miş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi, sorunun ciddi yetinin yanı sıra tüm tarafların sorunla baş etme yönündeki kararlı lığının da göstergesidir.

                           *       *        *

Mamafih iklim değişikliği, tarih boyunca sürüp giden doğal bir olgu olmasına rağmen, hiçbir dönem bugünkü kadar hızlı gerçekleşmemiş ve insanın tespit edilen etkisi de bu kadar büyük olmamıştır. Son yıl larda dünyanın birçok bölgesinde şiddet, etki, süre ve oluştuğu yer bakımından eşi ve benzeri olmayan çok sayıda hava olayına meyda na gelmektedir. Bu değişimler, dünya üzerindeki canlı yaşamını ve toplumların sosyo-ekonomik gelişimini de tehdit etmektedir. Gözlem ler ve geleceğe yönelik tahmin çalışmaları, şiddetli hava olaylarının sıklığında ve etki düzeylerinde coğrafi farklılıklar olduğunu göster mektedir. Bu yayının amacı, Türkiye’de iklim değişikliğinin doğal afetler üzerindeki etkilerinin belirlenmesi, risklerin tespit edilmeye çalışılması ve risk yönetimi için önerilerin ortaya konmasıdır. Son yıllardaki gelişmeler dikkatle incelendiğinde; Küresel iklim değişik liği, artan aşırı hava olaylarıyla; tarımı, hayvancılığı, balıkçılığı, eko sistemleri etkilemekte ve dolayısıyla da gıda güvencesi için önemli bir tehdit oluşturmaktadır. Bu nedenle birçok Afrika ülkesi ve benze ri az gelişmiş bölgelerde gıda maddelerine erişimin, iklim değişkenli ği ve değişikliği ile ciddi bir şekilde tehlikeye gireceği öngörülmek tedir. Küresel iklim değişimi ile ormansızlaşma, çölleşme, kuraklık, seller, deniz su seyisinin yükselmesi vb. afetlerin sıklaşması ve şid detlenmesi nedeniyle insanlar geçim kaynaklarını kaybederek evle rini ve arazilerini terk etmek zorunda kalmaktadır. Bugüne kadar iklim değişikliğinin direk etkisinden dolayı dünyada 26 milyon insan, “küresel iklim göçmeni, “iklim göçmeni” veya “çevre göç meni” şeklinde adlandırılan “göçmen” olmuşlardır. Bu tür göçmen lerin sayısının 2050 yılına kadar dünyada 150 milyonu bulması bek lenmektedir.

                           *       *        *

Öteden beri süregelen değişimler gözlemlendiğinde; zamanla deği şen ekonomi ve nüfus artışının, gelir seviyesindeki yükselişin ve karbon yoğunluklu yakıt karışımına sürekli bağlı kalmanın itici

gücüyle Türkiye’nin seragazı (GHG) emisyonları son on yılda ciddi ölçüde artmıştır.Yine de 2020 için iklime dönük hafifletme taah hüdünde bulunmayan tek OECD üye ülkesi olmaya devam ediyor olması da tabloyu her geçen gün daha da ağırlaştırmakta geri dönül     mesi mümkün olmayan bir noktaya sürüklenilmektedir. IPCC verile rine göre son yüzyılda yeryüzü sıcaklığı ortalama 0,6ºC artmıştır (IPCC 2001a). Dünya Meteoroloji Örgütü verilerine göre ise son 150 yılın en sıcak 2 yılı 1998 ve 2002 olmuştur (WMO, 2002). 1990-2100 yılları arasında yeryüzeyi ısısının ortalama olarak 1.4-5.8 C arasında artış göstereceği öngörülmektedir (IPCC, 2001a). Bilim adamları 90’ların sonundaki El-Nino felaketine ve 2002’de Avrupa’ da meydana gelen büyük sel felaketine bu iklim değişikliğinin sebep olduğunu iddia etmektedir (EEA, 2003). Bu iklim değişikliği sonucu önümüzdeki yıllarda dünyanın bazı bölgelerinde aşırı kuraklıklar olurken diğer bölgelerde ise sel felaketlerinin meydana geleceği ileri sürülmektedir. Đklim değişikliği sonucunda ortaya çıkacak olan kasırgalar, seller veya aşırı kuraklıklar gibi felaketler aynı zamanda hem biyoçeşitliliği hem de hayvan türlerinin geleceğini tehdit etmek tedir.

                           *       *        *

Sonuç olarak, son yüzyılda ciddi artış gösteren küresel ısınma ve bu na bağlı felaketlerin en önemli nedeni, sanayileşmeyle birlikte insan oğlunun faaliyetleri sonucu ortaya çıkan sera-gazlarının (GHG) at mosfer içindeki emisyon oranlarının çok önemli miktarda artmasıdır. Bu kapsamda BMĐDÇS’ne taraf olan ülkeler Kyoto Protokolünü oluşturmuş ve 2012 itibarıyla sera-gazı emisyon miktarlarını 1990 seviyelerine çekmeyi taahhüt etmişlerdir. Ne var ki doğada yaratılan tahribatın giderilebilmesi için tek yol temiz enerji kaynakları ve tek nolojilerini kullanmak, dünya çapında büyük bir kolektif çalışma başlatmak ve en önemlisi de atmosferdeki gaz oranını sabitlemektir. Bu da ancak gelişmiş ülkelerin CO2 emisyonlarına biran önce son vermesi ile mümkün olabilecektir. Eğer bu gerçekleşirse dünyamız ve insanlık gelecekte daha da artacak olan doğal felaketlerden kendi sini kurtarabilir gibi görünmektedir.Ne yazık ki Türkiye’deki bu çer   çevede yapılan çalışmalar incelendiğinde; iklim krizi ve bu krizin sebep olduğu toplumsal ve ekonomik hasarların, Türkiye’nin dört bir yanında hissedilmeye başlandığını gösteriyor. Bu anlamda iklim kri zi ile baş edebilmek için yaşamın her alanında radikal değişikliklere ihtiyaç duyulduğunu göstermektedir. Türkiye’de, sosyal, politik ve ekonomik durum ve tercihlerden bağımsız bir şekilde her 10 kişiden en az altısının kaygılandığı bu küresel sorunun çözümü için hem hü kümetlerin hem de hükümet dışı aktörlerin, hızlıca, etkin çözümlerle harekete geçmesi, seragazı emisyonlarını azaltacak önlemleri alması ve hassas kesimlerin iklim etkileriyle baş edebilmesi için de gerekli olan uyum adımlarını bir an önce atması gerekiyor.