Son dönemde görünür o ki, Türkiye’deki egemen dev let zihniyetinin dönüştürülmesinde önemli rol oynayan “devlet aklı” ile “demokratik hukuk devleti” arasındaki çatışma yeniden gündemde.Modern devletin ortaya çık masıyla “devlet zihniyetini” oluşturan iki temel kavram hep yanyana kullanılagelmiştir:“Hukuk devleti”ve“dev let aklı”. Bu iki kavram arasındaki ilişki devlet zihniye tinin tahlilinde anahtar işlev görür. “Üstün otoritenin çıkarları bütün diğer toplumsal veya ekonomik çıkarlar dan ve temel etik ilkelerden önce gelir” şeklinde tanım lanan“devlet aklı”, temel olarak tek tek insanların çıkar ları ve hakları yerine devletin çıkarlarına mutlak önce lik ve egemenlik veren bir anlayışı yansıtır. Hukuk ve devlet felsefesi açısından bu kavramın esasını, hukuk sal normlar ve etik değerler ile devletin çıkarları arasın daki çatışmaya ilişkin bir hiyerarşi oluşturur. Buna gö re;

1- Devletin gerçek veya sözde çıkarları böyle bir çatış mada veya tereddüt halinde bütün diğer çıkarlardan ve değerlerden önce gelir.

2- Devletin aslî veya âlî çıkarlarını gerçekleştirmek için hangi araçların kullanılacağı konusunda bir sınır lama kabul edilmez; yani bu araçların seçiminde, mev cut hukuk düzenine ve etik kurallara riayet etmek gerek mez.

                         *      *       *

Siyasal eylemin hedefini ve meşruluğunu belirlemede “toplum”u değil, “devlet”i esas alan bu zihniyet, devle tin “kendinde bir ahlakî güç”ve“kendi başına bir amaç” olarak görülmesini gerektirir. Böyle bir devletin hikme tinden sual olunması ise düşünülemez. Devlet aklı dok trini, bir yandan devletin bireylerüstü bir toplumsal ya pı, bir tinsel bağlam olduğu ve dışsal yansımasını, tek tek insanların benimseme iradesinden, onayından ba ğımsız ebedî kurumlarda bulunduğu fikrine; diğer yan dan, devletsel faaliyetlerin her aşama ve biçiminde bu faaliyetlerin hedefi ile bu hedefe varmak için uygulan mış veya uygulanacak araçlar arasında bir ayrım yapıl ması gerektiği prensibine dayanır. Bu doktrin, özü iti bariyle “genel devletselliğe” gönderme yapar. Buna göre,devlet,kendi meşruluk temelini kendi içinde taşır.

                         *      *       *

Devletin ardında başka herhangi bir meşrulaştırıcı pren sip yer almaz; devlet, devlet olduğu için meşrudur. Onun varlığı ve etkililiği, sorgulanması mümkün olma yan nihai prensiptir. Bu doktrinde, devlet biçimlerinin somut içeriği önem taşımaz; meşruiyet bakımından asıl olan “kendinde devletsellik”tir. Belirleyici ölçüt, buna

göre, somut ortaya çıkış formlarından bağımsız olarak, devletin genel ve kendinden menkul bir anlama sahip olmasıdır.Gerçekte hukuk devleti keyfiliği ve haksızlı ğı önleyecek ve özgürlükleri güvenceye alacak siyasal ve hukuksal mekanizmalara dayanır.Bu durumda yapıl ması gereken, birkaç kişinin yargılanması talebiyle sı nırlı ya da soyut bir “hukuk devleti”ne dönüş çağrısın da tükenen yaklaşımlarla, bu incir yaprağını “devlet ak lı”nın üstüne tekrar koymak değildir herhalde.

                         *      *       *

Sonuç olarak,şayet nesnel çelişkilerin reel dinamiği ile muhalefetin bilinçli eylemi örtüşmezse, mevcut geliş me dinamiği durgunlukta sonlanabilir.Böyle bir durum da, sistem, sadece yeni geçici çözümler ve uyum meka nizmaları bulmakla kalmayacak,mevcut yapının meşru iyetini yenilemek suretiyle daha da pekiştirme ve ömrü nü uzatma imkânı da bulacaktır.Aslında çok eski düşü nürlerden Aristo ve Plato’ya göre; Devlet toplum adına karar alır ve bu kararları toplumun iyiliği için uygular. Platon ve Aristoteles, devletin, kendisini oluşturan in sanların başta güvenlikleri ve mül kiyetleri olmak üze re insan haklarını korumakla yükümlü olduğunu belirt mişlerdir.Gerçekten ve halen çağdaş toplumlarda da yaşam hakkı ve mülkiyet hakkı en fazla önemli ve do kunulmaz haklardan kabul edilmiştir. Platon ve Aris toteles’in devletin sorumluluğuna ilişkin düşünce leri tarihsel süreçte gelişmiştir. Bunun içindir ki Devle tin birincil ve asli görevi olan yaşam ve mülkiyet hakkı nı korumak üzere kabul edilen toplumsal normların ge lişmiş ülkelerin paralelinde olmak üzere eşitlenmesi de mutlak şekilde meşruiyete dayanmalıdır. Bir hak veya özgürlük,insan onuruna yaraşır nitelikte ise ve aynı za manda adil ise tanınmalıdır. Çünkü her ne kadar ütopik olsa da ‘mutlak adalete ulaşmak’ tüm insanlık için ide al olmalıdır.