Ülkemizde cereyan eden tüm gelişmelere, sorunlara ve güncel olarak yaşanan olaylara geniş bir perspektif açıdan baktığımızda, var olan parlamento ve siyasi partilerimizle, iç ve dış sorunlarımızla, siyasal ve toplumsal bakış açımızla, bir bütün olarak uzlaşama kültüründen epey uzak olduğumuz gerçeği göze çarpmaktadır. Bu durum gelişmekte olan bir ülke olmanın hem gerçeği hem de bir bakıma ülkemize özgü olarak bazı handikapları barındırması yönünden ortaya çıkan enerjiyi gereksinimler dışında harcama büyük bir eksiklik olarak karşımıza çıkmaktadır. Üstelik öyle ki bu eksiklik bugünün sorunu olmayıp kökleri çok daha derinlerde, geçmişte yer almaktadır. Aslında önemli olan bu kavramın kültür seviyesine erişmiş olmasıdır. Bu da ancak köklü bir sistemle mümkün olabilmektedir. Böyle bir sistemin sosyal boyutunu irdelemek gerekirse, diyalog kavramı sosyal diyalogun özünü; konsensüs veya uzlaşma ise temel zeminini oluşturmaktadır. Bu nedenle, uzlaşmanın kültürel bir seviyeye ulaşabilmesi için bunun sosyal bir gerçekliğe de evirilmesi gerekmektedir. Bu ise sosyal diyalog ve uzlaşı kanallarının işlek ve istenilen seviyede olmasıyla mümkün olabilmektedir.

                                     *       *        *

Gerçekte uzlaşma kültürünün toplumsal ve siyasal kültürle doğrudan ilgisi vardır. Uzlaşma kültürü bir kavram haline getiren, onu ete ve kemiğe büründüren siyasal ve toplumsal kültürdür. Bu itibarla, bu kültürün derinliği olan birçok boyutu ve yönü vardır. Oysa Birey içinde yaşadığı toplumun siyasal kurumları hakkında asgari bir bilgiye sahiptir. Bu kurumlarda siyasal rolleri oynayanların kim olduklarını, siyasal partilerin içeriklerini ve tutumlarını bilmektedir. Her halükârda bireyin ülkesindeki siyasal yapı hakkında bilgi sahibi olması, siyasal kültürün bilme, algılama ve inanma boyutunu oluşturmaktadır. Birey, burada bilme, tanıma aşamasının ötesinde etrafındaki siyasal yapıyı, olayları ve kişileri sadece duygusal planda algılamaktadır.Herhangi bir olay karşısında da heyecan, hoşnutluk ya da korku duyabilmektedir. Birey bir politikacıdan nefret edebildiği gibi aynı zamanda onu sevip bağlanabilmektedir. Bireyin siyasal yapıya ve siyasal aktörlere karşı gösterdiği bu algılama siyasal kültürün duygusal boyutunu oluşturmaktadır.

                                    *        *        *

Diğer bir olgu ise bir toplumun uzlaşma kültürüne bakabilmek ve onu ölçebilmek için öncelikle onun sanayisine ve ekonomik yapısına bakmak gerekir. Nitekim bir toplumda, uzlaşma kültürünün kuvvetli ya da zayıf olması toplumun gelişme hızına, kalkınma katsayısına önemli oranda bağlıdır. Bu faktörler süreci etkileyen faktörlerdendirler. Dünyadaki benzer örnekleri ise sayılamayacak kadar çoktur. Siyasal kültürün değerlendirme boyutunu ise bireyin siyasal olgular hakkında, daha önceden de sahip olduğu değerlere atıfta bulunarak bir yargıya varması oluşturmaktadır. Siyaset bilimciler üç ayrı siyasal kültür türü bulunduğunu açıkça belirtmektedirler: Bireylerin ilgisinin asla ulusal seviyeye ulaşamadığı mahalli kültür, bireylerin siyasal sisteme karşı pasif bir tutum içinde oldukları tabiiyet kültürü ve bireylerin siyasal sistemi etkilemeye dair inanç ve sisteme ait bilgilerle donanmış oldukları katılımcı kültür Siyasal kültürün yanı sıra uzlaşma kültürünü besleyen diğer bir ana kol ise toplumsal boyut ve gerçeklerdir. Toplumu toplum yapan ve ona özünü veren, dolayısıyla da geçmişten bugüne taşınan örf ve adetler, gelenek ve görenekler, aidiyet, ulusal kimlik, din ve benzeri birçok özellik uzlaşama kültürünün şekillenmesinde ve toplumsal yapımız ve siyasal sistemimizde yer edinmesinde etkileyici fonksiyon görevini yerine getirmektedir.

                                  *       *        *

Sonuç olarak, gerçek o ki uzlaşma ve diyalog sorunumuz bugünün sorunu değildir, kökleri hep geçmişte,tarihimizde de olmuştur.Üstelik bu sorun hayatın her alanında bütünüyle  gözlenebilecek bir sorun olarak halâ taptaze karşımızda durmaktadır. Örneğin olağan hayata, devlet ile kurumları arasındaki ilişkilere, parlamentoya ve siyasi partilerimizin ilişkilerine, iç ve dış sorunlarımıza baktığımızda, karşımıza hep bu sorun çıkmaktadır. Bu itibarla, uzlaşma kültürümüz tam olarak demokrasimizle birlikte oturmadığından bu konu şimdiye kadar daima güncel kalabilmiştir. Dolayısıyla, baş aktör olarak daima sorunlarımızın kökeninde uzlaşma ve diyalog kültürünün eksikliği ya da şu veya bu şekildeki duygusal dürtüler kaynaklık teşkil etmektedir. Halbuki Demokrasi uzlaşma ve diyalog kültürüne, diyalog ve uzlaşma da demokrasiye bağlı olarak gelişen süreçlerdir. Yani bu nedenledir ki, karşımıza sorun olarak çıkan birçok problemde, yüzde doksanı çok rahatlıkla çözülebilecek sorunlar olmasına rağmen, her nedense bunları oturup gerektiği gibi konuşarak, diyalog kurarak çözemiyoruz veyahut çözmek istemiyoruz Mamafih işin en kısa asıl özeti ise şu veciz ifadede gizli;”Her boyutunuzla empati yeteneğinizi en yüksek seviyede olabildiğince geliştirmeniz size içinde bulunduğunuz toplumsal yaşamda çok şey kazandıracaktır. Hem bireysel ilişkilerimizde hem de uluslararası ilişkilerde empatik olmak demek, büyümek demek. Olgunlaşmak demek. Huzur demektir.”Artur Helps Bu yönde yakın geçmişimizle uzak tarihimize baktığımızda; tarihin arka arkaya neden tekerrür ettiğini ibretle görürüz.